Mein Kampf (mit Spotify) — III

Deniz Arslan
3 min readNov 1, 2021

--

Yine her gece rüyalarımda bu. Spotify genel merkezinin Stockholm’da olduğunu duymuştum o sıra. Bir gece bir büyükle eve geldim. Hepsini içtim, zurnayım tabii. Bir ara gözümü açıp baktım, karlı dağlar geçiyo, bir daha açtım, başımda bir çocuk, kalk abi Stockholm’a geldik diyor. Baktım, sahiden Stockholm’dayım. Bir soruşturma, Norrmalm Mahallesi vardır oranın, bir ofis binasında buldum, malımı bilmez miyim. Görünce hiç şaşırmadı, hiçbir şey demedi. O gece oturup düşündüm, oğlum Deniz, dedim kendi kendime. Yolu yok, çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok. Kaderin böyle, yol belli. Eğ başını usul usul yürü şimdi. O gün bugün usul usul yürüyorum işte.

Herkesin inandığı bir şey vardır bu a.k. hayatında, benimkisi de sensin Ertunç, napiyim?

Girdim ofis binasına, güvenliğe yürüdüm, “Spotify Müdürlük Heyeti’nden Ertunç Kurna’yla görüşmek istiyorum,” dedim. Güvenlik masasındaki kütük dik dik baktı suratıma, “Randevunuz var mı?” dedi. “Yok,” dedim, “ama kendisiyle görüşmem bir hayat memat meselesi. En azından arayıp adımı verirseniz, muhakkak görüşmeyi kabul edecektir.” Devasa bir saman balyasını andıran herif, kurbanlık almaya çıkmış köylü gibi baştan aşağı süzdü beni, sonra gönülsüz, “Bay Kurna’ya doğrudan erişme şansım yok ama sekreterini arayabilirim,” dedi. “Teşekkür ederim,” dedim. Bana lobide bir yer gösterdi, “Bir şey içer misiniz?” diye sordu. Sırf Spotify’a zarar vermek için, daha pahalıdır diye sevmediğim halde sütlü kahve istedim.

Stockholm’da yüksekçe bir ofis binasının lobisinde oturmuş, kedi gibi pıs pıs bol köpüklü kahvemi yudumlarken, paspal giyimli, içine dirgen kaçmış gibi yürüyen gençten bir hanımefendi geldi yanıma. “Bay Kurna’yla görüşmek istiyorsunuz, öyle değil mi?” dedi. “Hem de nasıl bilemezsiniz,” dedim ben. Hiç gülmedi. Eliyle gideceğimiz yönü gösterdi sadece. “Kahvemi yanıma alabilir miyim?” dedim. Başıyla onayladı. “Buyrun,” dedi sonra, “beşinci kata çıkacağız.”

Olayların geçtiği bina, temsili deği gerçek.

Fıy fıy fıy füze gibi çıktık beşinci kata. Önümden yürüyen dirgen beni koridorun sonunda boş bir odaya sokup yer gösterdi. “Bay Kurna,” dedi, “birazdan sizinle görüşecek. Beklerken bir şey alır mısınız?” Şöyle bir düşündüm, ulan dedim köyden kalkıp buraya kadar gelmişim, bir daha da yolumun düşmeyeceği kesin, ne kaybedebilirim ki?

“Alkol var mı?” dedim mahalle arasında modifiye Şahin durdurmuş işgüzar polis memuru gibi. Kadın şaşırdı önce. Sonra, randevusuz kabul ettiğine göre sipsi Ertunç’un özel misafiridir falan diye düşünmüş olacak, “Normalde bulunmuyor ama özel günler için beklettiğimiz şampanya ve viskimiz var,” dedi. “O halde,” dedim olimpiyat seviyesi nezaket modumu açarak, “acaba bana bir duble viskiyle biraz su getirmeniz mümkün olur mu?”

Dirgen sekreteri baştan soğuk bulmuştum ama beş dakika geçmeden elinde yeni açılmış single malt şişesiyle odaya girince, birdenbire gönül köşküme şilteyi attı. Benim için okkalı bir duble doldurduktan sonra, “Şişeyi bırakmamı ister misiniz?” diye sordu. “Böyle bir şey mümkün olabilir mi?” dedim ben sırıtarak. Bunun üzerine sabahtan beri o da ilk kez sırıttı ve, “Tabii ki, neden olmasın,” diyerek şişeyi bırakıp çıktı.

Kadın gidince viskiden bir yudum aldım, şöyle bir etrafıma bakındım, bayağı böyle Ikea mağazasındaki örnek evler gibi döşenmiş sapsade bir ortam. Krem rengi duvarda şirketin aldığı ödülleri, şiltleri falan gösteren saçma sapan birkaç resim, benim oturduğum dahil rahatsız görünen mobilyalar, daracık pencereden çirkin gökdelen manzarası. Üstüne bir de, sağa sola monte edilmiş hoparlörlerden alçak seste ne idüğü belirsiz, cazı andıran bir müzik yayılıyor. Spotify’ın parayla yaptırıp yalan dolan sanatçı adlarıyla ortama saldığı sipariş usûlü bestelerden derlenmiş olsa gerek.

Ertunç iti muhakkak bilerek bekletiyordu ama o andaki yaşam kalitemi yükselten viski sağolsun, hiç umurumda değildi bekletilmek. Tam ikinci dubleyi doldurup odanın içinde volta atmaya başlamıştım ki tuhaf bir şey oldu. Odayı kaplayan müzik birdenbire kesildi ve birkaç saniyelik bir aranın ardından “Goçlaaaar!” diye bir ses geldi, sonra Duble Salih yorumuyla “Atım Arap” çalmaya başladı: Daha o sabah Spotify merkezine giderken telefonumdan üst üste birkaç kez dinlediğim türkü. Bir kahkaha attım, “Ulan it Ertunç,” dedim içimden, “sen bana oyun oynadığını sanıyorsun ama gör bak ben sana ne oyunlar oynayacağım.” Kafam da güzel tabii, başladım türküye eşlik etmeye.

O esnada, sipsi Ertunç, laci takımı çekmiş jilet gibi, gömlek süt beyaz, pabuçlar üzüm kara, sömürge valisi gibi girdi odaya.

“Emişim gümüşüm bir hoşum vay vay!” dedi türküye eşlik ederek.

Devamını ben getirdim: “Çokça da içmişim sarhoşum aman!”

“İki dönelim mi lan?” dedim ben sonra. Baktım dünden teşne bu, çıkardı ceketi. Türkü bitene kadar karşılıklı kurtlarımızı döktük. Sonra elini uzattı Ertunç, “Hoşgeldin,” dedi, “seni bekliyordum.”

Devamı dördüncü bölümde…

KAÇIRANLAR İÇİN:

Mein Kampf (mit Spotify) — I
Mein Kampf (mit Spotify) — II

--

--

Deniz Arslan
Deniz Arslan

Written by Deniz Arslan

Ülkemizin en önemli yalançıları arasında gösterilen, serbest meslek sahibi, emekli diplomat. Pantolon eskitmecede Balkan dördüncüsü.

No responses yet